10 Mayıs 2019 Cuma

3 Mart 2013 Pazar

13 Mayıs 2012 Pazar

ANNELER GÜNÜ


 Babamın kullandığı kamyonun sesini
gecenin sessizliğinde bir kilometre öteden tanırdım. Sanki kapının önüne gelmiş gibi hemen fırlardım yerimden. Pencereye koşardım.
Annem bize hem annelik hem babalık etti. Ama babamın varlığını da hep hissettirdi. Yaptığımız her şeyin bir parçasında babam olurdu. Annem sıklıkla, “Derslerinize iyi çalışın, babanız gelince sorar”, “Babanız bu hafta gelirken şunu getirecek”, “Okullar kapanınca babanızla gezmeye gidersiniz” derdi.
Bunun yanında kendi sevgiyle örülü otoritesini uygulamaktan vazgeçmezdi. Bize sıklıkla söylediği, unutamadığım sözlerinden biri şuydu:
“Cahilin başucunda olacağınıza, okumuşun ayak ucunda olun.”
1971 Burdur depreminde okullarımız ağır hasar görünce, babam salt bizim eğitimimizi sürdürmemiz için Aydın-Nazilli’ye göçmeye karar verdi.
1977’de ben Ege Üniversitesi’ni kazandım. İki yıl sonra kardeşim de kazanınca annem, “Çocukların başında olmalı” deyip İzmir’e bizim yanımıza geldi. Babam yine uzun yola devam. Bizim okumamız için de, zorunlu…
Annem, üniversite sonuna kadar her şeyimiz oldu…
***
Geçen çarşamba günü mayıs ayı açık görüşü vardı. Masanın etrafındayız. Karşımda annem-babam, kardeşim, sağ yanımda kayınpederim, solda dizimin dibinde kızım ve yanı başımda eşim…
Tam karşımda bizi babasız büyüten, annem…
Yanımda kızımı babasız büyüten karım. Yağmur’un annesi…
Yıllar iç içe girdi kafamda. Annemin bize babalık da edişiyle, karımın kızımıza büyük bir titizlikle baba varlığı da sunuşu…
Yağmur, belki 15-16’sında ulaşabileceği bilinci 11’inde edindi. Yaşam onu çok hızlı büyüttü. Bunda en büyük pay annenin.
Yağmur anlatıyor; evin her yerinde baba var. Buna Yağmur da kendisinden bir şeyler katmış. Yatağının başucundaki resmimin yan tarafına da kanca takmış. Yatarken benim fotoğrafı da yan yatırıyormuş. Babam da uyusun diye…
İki yıl önce Yağmur’a şöyle diyordum:
“Şimdi seni, benim kızım olarak tanıyorlar. İleride beni, senin baban olarak tanıyacaklar…”
23 Nisan törenlerinde konuşmacı olduktan sonra bu sözü anımsattım. Kendinden emin, karşılık verdi:
“Haklısın baba, öyle olacak…”
Yağmur, açık görüşte Anneler Günü sürprizini anlattı. Çiçek ve hediye verdikten sonra ikinci bir paket daha olacakmış. İçinde yarısı yenmiş, çikolatalar, gofretler, küçük kekler olacakmış. Annesi “Bu ne” diye şaşırınca şu karşılığı verecekmiş:
“Hepsinin tadına baktım, hiçbiri senden tatlı değildi…”
Oğlumla bir süre görüşemeyeceğiz. 5 yaşına giderken, sağlıklı gelişiyor diye sevinirken, bir korku belirmeye başlamış onda:
Ya annemi de Silivri’ye kapatırlarsa!
Ya babamı görmeye gittiğimizde annemi de alıkoyarlarsa!
Silivri’ye kadar güle oynaya gelip tam hapishane önünde ağlamaya başlamasına doktorun yorumu bu olmuş.
Artık Silivri’ye gidip babayı görmek yok, şu var:
Bir gün baba gelecek!
Eminim, anne bu duyguyu en sağlıklı biçimde verecek.
***
Anne, sadece çocuk doğurmuyor.
Bütün sevgileri de doğuruyor.
Buna baba sevgisi de dahil.
İnsanın yüreğinde her “an ne” vardır diye sorarsanız; ben bir anne vardır, derim.
Bir annenin yüreğinde de bütün sevdikleri vardır, dünya vardır.
Yeryüzünün neresinde bir kişi sevinçten uçuyorsa, bir anne de sevince boğulmuş demektir.
Yeryüzünün neresinde bir kişi ağlıyorsa, bir de anne ağlıyordur.
Anneler gününüz kutlu olsun.


Kaynak: http://www.kemalistler.org/anne-baba-sevgisi-de-dogurur.html/#ixzz1ukLltXLI

9 Mart 2012 Cuma

YENİDEN BERABER OLMAK ÜMİDİYLE

Çok oldu! birşeyler paylaşamadığım,Sağlık sorunlarımdan dolayı. Sanırım bu günden itibaren daha sık  bir şeyler paylaşacağız.
Türkiye'de kadın olmak gerçekten çok zor,tüm kadınlarımızın dünya kadınlar günü kutlu olsun.

12 Kasım 2011 Cumartesi

'' Dünya Pırıl Pırılmış.. Bana Ne !''

Orhan Kemal'den
Okuduğum ilk kitap ( Baba Evi ) olmuştu. 1950'lerin başlarında. Onu ( Avare Yıllar ) izledi. Bu iki kitap, yazarını '' vazgeçemediklerim '' arasına yerleştirdi hemen. Bugüne kadar da Orahan Kemal hep '' benim yazarlarım '' arasında yer aldı . Bereketli topraklar üzerinde ' yle, Murtaza'yla, 72. koğuş'la, eskici ve oğulları'yla . Elbette öyküleriyle .
Gösterişsiz, yalın edebiyatın doruklarında dolaşmıştır . Orhan Kemal. Anlatacağını '' oyun'' lara , ''numara'' lara sığınmadan dostdoğru anlatmıştır . Gücünü, sıcaklığını '' insan '' dan almıştır. Edebiyat aracılığıyla insana ulaşmamış, insan aracılığla kendi edebiyatını yaratmıştır.
Orhan Kemal Çukurova'dan geliyordu. İşsizliği, açlığı, acıyı, sömürüyü görmüş, yaşamıştı. Kitaplarda okumamıştı bunları.Toplumsal gerçekcilik denen şeyden haberi bile yoktu belki, yazarlık iç güdüsü gözlemciliğiyle birleşip yeteneğiyle de beslenince, kendini Gorki 'lerin, Steinberck'lerin çizgisinde buldu. Öykünmeyle değil, kendiliğden oluveren birşeydi bu.

                                                                      *  *  *
 Bu hafta Önemli Not kitabını yeniden okurken, Yeşilçam'a 150 kağıda hikaye satmayı ''başarınca'' mutlu olan Orhan kemal geldi aklıma. Kitap, Orhan Kemal'in tamamlanmamış yapıtlarıyla seçilmiş düz yazılarından oluşuyor.
Edebiyatımızın ölümsüz yapıtları arasında yer alan, bugüne kadar kim bilir kaç baskısı yapılan, tiyatroya uyarlanıp oyunu kapalı gişe oynanan 72. koğuş'un yazılış öyküsü de var kitapta.
''1953-54 kışı. Vakit geçe, dışarıda sulusepken, kendini Haliç Feneri'nin ahşap evleriyle ıssız sokaklarına kaldırıp kaldırıp vuruyor.
tükürseniz donacak bir soğuk hakim dünyaya. Karımla çocuklarım, her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış birbirlerine sokularak çoktan uykuya geçmişler.''
Ayda kırk lira ev kirasın ödeyemiyen, cebinde tramvay parası, mangalında kömür olmayan, ''bir ara, kendini sigorta ettirip bir husisi'nin altına atmak, bu suretle sigortadan alınması mümkün parayı çocuklarına bırakmak gibi çılgınca fikirler ''e kapılan Orhan Kemal, o gece gaz ocağında ısınmaya çalışarak 72. koğuş'u yazar. ertesi gün de ...
''Öğleden sonra magazinlerden birine koşuyorum. İçin içime sığmamaktadır. Hemen kapacaklar. Hiç olmazsa küçük bir avansla eve döneceğim. Et, ekmek,bir şişe Marmara şarabı, kömür alıp o geçe felekten bir gün çalacağım.''
Ama ''eserinizi okuyalım.Mümkünse bize yarın uğrayın'' derler Orhan Kemal'e.
''ne yapalım? yarını beklemekten başka çare yok.Bekliyorum. Ertesi gün küçük avanstan o kadar eminim ki, su bardağında bilediğim paslı jiletimle şıpın işi bir tıraş, koşuyorum. Eserlerimi teslim ettiğim dergi sahibi yerine odacı çıkıyor karşıma : 'Sanat müşavirimiz müstehcen buldu, müsveddelerinizi buyrun...'
''Elimde müsveddem, dolaşan ayaklarımla magazin idarehanesinden çıkıyorum. Kar dinmiş,güneş soğuğu kımış. Dünya pırıl pırılmış. Bana ne ? Bu pırıl pırıl, bu şıkır şıkır dünyadan o kadar uzağımki. Alamadığım avanstan çok, yaptığım işin anlaşılamaması...''
'' Evden içeri ölü gibi giriyorum.''
'' Ne karım, ne çocuklarımda tek laf. Kendimi sedire bir kalıp gibi bırakıyorum. Serde erkeklik olmasa ağlayacağım. Hemde katıla katıla...''